Sam Mendes · Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Michael Shannon · PG-15 · 1h 59m · 2008


2008 yılında Sam Mendes tarafından beyazperdeye taşınan Hayallerin Peşinde, Amerikan Rüyası’nın köklerine inmeyi amaçlayan etkileyici bir film olarak öne çıkıyor. Modern Amerikan edebiyatının klasiklerinden biri olarak kabul edilen Richard Yates’in aynı adlı romanından uyarlanan film, 1955 yılının Amerika’sında yaşayan Wheeler çiftinin yaşamına odaklanarak orta sınıf üzerinden Amerikan Rüyası’nın çöküşünü gözler önüne serer.

Hayallerin Peşinde, alışılmış bir orta sınıf eleştirisi olmanın ötesine geçerek, Amerikan sisteminin insanları nasıl bir kaçış dünyasına hapsettiğini ve bunun yanı sıra konformizme teşneliği de irdeleyen bir film.

Bir partide karşılaşıp tanışan idealleri ve hırsları olan April (Kate Winslet) ve Frank (Leonardo DiCaprio), birbirlerinin en çok nelere ilgi duyduklarından birbirlerine bahseder. Hemen akabinde filmin asıl geçtiği döneme ışınlanırız. April, o sahnede gördüğümüz gibi çok istediği oyunculuk için uğraşmakta ancak ne oynadığı tiyatro oyunu ne de kendi oyunculuk performansı beğenilmektedir. Frank ise tipik bir kapitalist şirket olan Knox’ta çalışırken yaptığı işten sıkılmakta, hayattan tam ne istediğini bilmemekle birlikte dünyayı gezme ve Paris’e gitme hayalini kurmaktadır. Revolutionary Road’taki yeni evlerine taşındıklarında Frank sinirleri bozulan bir erkeğe dönüşürken, April de mutsuz bir ev kadını olup çıkar. Sonuç hayallerini kaybetmiş tipik bir Amerikan ailesidir.

Nuri Bilge Ceylan, son filmi Kuru Otlar Üstüne için katıldığı Cannes Film Festivali’nde filmin ilk gösterimi sonrasındaki basın toplantısında şöyle bir cümle söylemişti: “Mutluluğun başka yerde olduğu avuntusu çoğumuz için geçerlidir. Yani hayatımızdan memnun değilsek, nerede olursak olalım başka yerde mutlu olabileceğimiz avuntusu bize iyi gelir.” April de böyle bir duyguya bürünürken cesur bir plân geliştirir: Lüks ve konforu bırakıp Paris’in bilinmeyen dünyasına gideceklerdir. Ancak April kaçmak isterken, Frank sahip oldukları her şeyi korumaktan yanadır. Aslında Paris hayali Frank için imge olarak kaldığı sürece bir önem taşımaktadır, çünkü bir şeyin imgesi her daim kendisinden daha güçlüdür. Bu arada April hamile kalır. April, Paris hayali için kürtaj olmayı bile göze alırken; Frank, April’in bu düşüncesini öğrenince çılgına döner ve Paris’e gitmekten vazgeçerler. Frank kendisi için hayatın saçmalığını unutturacak derecede yoğun bir işe sahip olduğundan onun için bu durum katlanılabilir bir şeyken, April içinse iyice katlanılmaz bir hal almaktadır. April kendisini böyle bir duruma mahkûm eden Frank’ten ve onun bahane olarak öne sürdüğü karnındaki bebekten nefret eder.

Wheeler çiftinin bastırdıkları idealleri sürdürdükleri hayatla ilgili sürekli tatminsizliğe yol açmakta, evliliklerini tüketmektedir. Evlilik kurumunun işlerliğini sorgulayarak aslında söz konusu meseleleri içinde barındıran Hayallerin Peşinde, şiddetli geçimsizliği çarpıcı bir şekilde sunuyor.

Filmdeki ayna kullanımı karakterlerin yaşadıkları kırılmalar açısından son derece önemlidir. April’in oyunculuk serüvenini bırakıp ev kadını olması, Frank’in Paris’e gitme fikrinden vazgeçmesi, April’in karnındaki çocuğu almaya karar vermesi. Bu üç dönüm noktası, karakterlerin aynada kendilerine baktıktan sonra verdikleri kararlarla şekillenmiştir. April oyun sonrasında aynanın karşısında oturur, Frank tuvalete gitmek için üst kata çıktığında aynanın karşısına geçer, April bebeğini almaya yarayacak aleti aynanın karşısında kutudan çıkarır. Karakterlerin yeni öznelere geçiş aşamalarının bu şekilde ayna ile temsil edilmesi fazlasıyla dikkat çekicidir.

Her ikisine de asıl şöhreti getiren Titanic’ten tam 11 sene sonra tekrardan bir araya gelen Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet, o kadar etkileyici oyunculuk performansları gösteriyorlar ki Wheeler çiftinin gerçek ve yaşayan bir çift olduğuna inanmamak elde değil.

Her ikisine de asıl şöhreti getiren Titanik’ten tam 11 sene sonra tekrardan bir araya gelen Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet, o kadar etkileyici oyunculuk performansları gösteriyorlar ki Wheeler çiftinin gerçek ve yaşayan bir çift olduğuna inanmamak elde değil. Sam Mendes’in usta yönetmenliği ve gücünü edebiyattan alan senaryosuyla filmin daha da çarpıcı hale geldiğini söylemek mümkün.

Hayallerini kaybetmemek için birbirine tutunmaya çalışan çifti önümüze getiren Hayallerin Peşinde, bir dönem hikâyesi olmasına rağmen bugün de geçerli ve kolaylıkla empati kurulabilecek bir anlatıya sahip. Çıkışsızlık, sıkışmışlık, umutsuzluk gibi temaları karakterleri üzerinden seyircilere hissettirmekte hiç zorlanmıyor.

John Lennon’ın “hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir” sözünün karşılığı da olabilecek ve özellikle finale doğru sarsıcılık seviyesi artan bir film Hayallerin Peşinde.