Hayat

Zeki Demirkubuz’un 7 yıl sonra beyazperdeye dönüşünü müjdeleyen ve Masumiyet ile Kader filmlerine eklemlenebilecek adı gibi bir film

Zeki Demirkubuz · Miray Daner, Burak Dakak, Cem Davran · PG-13 · 3h 13m · 2023


Not: Yazı filmle ilgili spoiler (sürprizbozan) içermektedir.

Hayat, bundan önceki son filmi Kor’u 2016’da çekmiş olan Zeki Demirkubuz’un beyazperdeye 7 yıl sonra dönüşünü müjdeleyen film. Buna ek olarak, 193 dakikalık uzunluğuyla yönetmenin en uzun filmi.

Film, temelde kendisine dayatılan hayatı kabul etmeyip evinden kaçan genç bir kadın olan Hicran’ın (Miray Daner) hikâyesini anlatıyor. Babasının zoruyla nişanlanmak zorunda kalınca Hicran, çareyi kaçmakta bulur. Hicran’ın zaten kendisiyle evlenmeyi istemediğini düşünen Rıza (Burak Dakak), başlarda bu durumu önemsemez. Ancak zaman geçtikçe Hicran tarafından terk edilmek zoruna gitmeye başlar ve onu bulup yüzleşmeye karar verir. Rıza, sadece bir kere gördüğü nişanlısını bulmak için İstanbul’a gider ve olaylar gelişir.

Filmde birçok karaktere ve hikâyeye tanıklık etsek de Hicran’da, Rıza’da ve ailelerinde karşımıza çıkan ortak durum çıkışsızlıktır. Ancak buna karşılık Demirkubuz’un önceki filmlerine kıyasla Hayat’taki karakterlerin kendi makûs talihlerini kırmaya çalıştıklarını da görürüz. Bu yanıyla filmin yönetmenin filmografisindeki diğer filmlerinden ayrıştığı söylenebilir. Hayat’ın, yönetmenin köklerine dönüş yaptığı, Rıza’nın ilk kez bir fotoğrafta yüzünü gördüğü, sadece iki kez yakından gördüğü ve doğru düzgün konuş(a)madığı Hicran’a zamanla başka bir şey düşünemeyecek ve her şeyi yapacak kadar âşık olmasıyla Masumiyet ve Kader’e izlek olarak en yakın filmi olduğu söylenebilir. Yine yönetmenin Karanlık Üzerine Öyküler üçlemesindeki Yazgı ve İtiraf filmlerindeki başkarakterlerin yaşadığı durumlarla Hayat’taki Hicran’ın durumu arasında bir bağlantı kurmak mümkündür.

Filmin iki bölümden oluştuğunu söylersek yanlış olmaz. İlk yarı Rıza’nın hikâyesi ve Rıza’nın Hicran’ı bulma yolculuğuna odaklanırken, ikinci yarı Hicran’ın hikâyesine odaklanmaktadır.

Rıza, Sinop-Boyabat’ta dedesi Burhan’ın (Osman Alkaş) ekmek fırınında amcasıyla birlikte çalışmaktadır. Annesi ve babasını küçükken kaybettiğini anladığımız Rıza ile dedesi arasındaki ilişki iyi gözükmektedir. Ortalıktan kaybolan nişanlısı Hicran da onu pek üzmüş değildir. Çünkü aralarında duygusal bir ilişki olacak kadar zaman da geçirmemişlerdir. Nişanlarında bile birbirleriyle doğru düzgün konuşmamışlardır. Ancak zamanla Hicran’ın fotoğrafına baktıkça ve düşündükçe, neden kaçtığını sorgular ve böyle ortada bırakılmanın zoruna gittiğini bir arkadaşına itiraf eder. Kafaya koymuş ve İstanbul’da olduğunu öğrendiği Hicran’ı bir şekilde bulacaktır.

Filmdeki başlıca önemli sahnelere ve diyaloglara gelecek olursak, Rıza’nın ekonomik ve siyasi göndermelerde bulunduğu cümleler günümüz Türk gencinin yaşadığı buhranı son derece gerçekçi bir şekilde resmetmektedir. Yine Rıza’nın arkadaşıyla dertleştiği sahnede Hicran tarafından terk edilmenin kendisi için ne kadar zor bir durum olduğunu anlattığı sahne iyiydi. Dedesinin ta İstanbul’a gelip Rıza’yı kızı bulma arayışından vazgeçirmeye çalışmak için sahici bir bilgelikle dil döktüğü sahne çok gerçekçiydi. Dedesinin Rıza’ya söylediği “seni sevmeyen, seni istemeyen, sevgisini senden esirgeyen bir kadının peşinden gitmek ne kadar doğru?” cümlesi, kültleşmeye aday. Kadir kıymet bilen, görmüş geçirmiş ve emekçi bir insan olan dede karakteri ve karakterin söyledikleri üzerinden yönetmen herkesin sonuna kadar kendisiyle meşgul olduğu bir devirde yaşadığımızın altını çizer. Rıza’nın üniversitede okuduğunu zannettiği arkadaşının aslında üniversitede okumadığını ve İstanbul’da baba parası yediğini ve ailesini kandırdığını öğrendiği sahne çok beklenmedikti. Yine burada da arkadaşının kurduğu “Burası Türkiye, oğlum. Burada herkes inanmak istediğine inanır.” cümleleri akıllarda kalacak türden. Gerçeğin bir hükmünün kalmadığını ve herkesin bir şekilde kendi yolunu bulduğunu çok iyi ifade ediyor bu sahnede karakter. Yine Hicran’ın Rıza’yı uzun bir süre sonra ilk kez gördüğü sahne tansiyon olarak çok iyi kurulmuş. Orhan’ın Hicran’a hayallerinden ve hayatın sürekli kendini tekrarladığından bahsettiği sahne, Rıza ile Hicran’ın yıllar sonra buluştuğu sahne ve finale doğru Hicran’ın ağladığı sahne filmden diğer önemli sahneler arasında sayılabilir.

Dedesinin Rıza’ya söylediği “seni sevmeyen, seni istemeyen, sevgisini senden esirgeyen bir kadının peşinden gitmek ne kadar doğru?” cümlesi, kültleşmeye aday.

Özellikle Hicran ile Rıza’nın yıllar sonra bir çay bahçesinde buluştuğu sahne, Ömer Kavur’un Kırık Bir Aşk Hikâyesi filminde yıllar sonra Kadir İnanır ve Hümeyra’nın canlandırdığı karakterlerin otogarda buluştukları sahne gibidir. “Mutluluk adeta yanlarından geçip gitmiştir.” Rıza, şimdiye kadar Hicran’ın başına gelen her şeyin sebebinin kendisi olduğunu, eğer zorla nişan olayı olmasaydı bunların hiçbirisinin yaşanmayacağını ve bu yüzden ondan özür dilediğini söyler. Buluşmadan sonra adeta hayatı sembolize eden bir ağacın altında geçen yıllarda yaşadıkları Hicran’ın aklından bir film şeridi gibi geçer ve Rıza’nın söyledikleri ona duygusal olarak fazlaca dokunmuştur. Tek plan kesintisiz çekilen sahnede Hicran hıçkıra hıçkıra ağlar. Film boyunca Rıza’nın kendisine söyledikleri dışında hiçbir şey Hicran’ı bu kadar etkilememiştir. Hicran, aslında yıllardır birisi tarafından sevildiğini, hayatında ilk kez bir erkeğin ona verdiği zararı anladığını ve olumlu yönde değiştiğini görür. Ağlamasının en büyük sebebi de budur.

Hayat’ın final tercihiyle de yönetmenin önceki filmlerinden hayli ayrıştığını ve bu nedenle şaşırtıcı ve beklenmedik olduğunu söylemek mümkün. Hicran’ın bir rüya gördüğünü söylemesi de durumları biraz flulaştırmakta ve seyirciyi düşünmeye sevk etmektedir.

Filmdeki oyunculuklara gelecek olursak özellikle Miray Daner, Hicran’ın sürekli bir çıkış yolu bulma arayışını ve çıkışsızlığını çok iyi yansıtıyor. Filmin finaline doğru Rıza ile buluşmasından sonra en başta ondan kaçışına ilişkin yaşadığı pişmanlık ve hüznü yansıtmada hayli başarılı olduğunu söylemek şart. Burak Dakak, başta doğru düzgün tanımadığı ve gidişini pek de kafaya takmadığı nişanlısını bir süre sonra aklından çıkaramaz hale gelen Rıza’yı iyi bir oyunculukla ete kemiğe büründürüyor. Osman Alkaş, Rıza’nın dedesi Burhan karakterinde iyi yazılmış repliklerle birlikte usta işi bir oyunculuk sergiliyor. Cem Davran ve Umut Kurt gibi oyuncular da üstlerine düşeni belli ki yönetmenin istediği doğrultuda yerine getirmişler.

Yönetmenin sinematografik açıdan en iyi ve aynı zamanda Masumiyet ile Kader çizgisine en çok yaklaşan filmi.

Hayat’ın, yönetmen Zeki Demirkubuz’un sinematografi açısından en iyi filmi olduğu pekâlâ söylenebilir. Görüntü yönetmenliği koltuğunda Cevahir ŞahinKürşat Üresin ikilisi oturmakta. Bu ikili daha öncesinde Mustafa Kara’nın Kalandar Soğuğu ve Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmlerinde de ödüllük iş çıkarmışlardı. Spesifik olarak bahsetmek gerekirse Rıza’nın İstanbul’da Hicran’ı aradığı kalabalık içinde yalnızlığının vurgulandığı sahneler, Rıza’nın Boyabat’ta arkadaşıyla dertleştiği araba içi sahne ve Hicran’ın finale doğru ağladığı tek plan çekilmiş sahne görüntü yönetmenlerinin çıkarmış olduğu işin iyiliğini gösteren sahnelerden sadece birkaçı.

Filmde yönetmenin kullandığı bazı metaforlar ve referanslar mevcut. Filmde adeta birbirini aynalayan iki rüya sahnesi var. İlkinde Rıza evin kapısını açar ve Hicran’ı görür. Hicran’ı eve almıştır ve Hicran Rıza’dan su istemektedir. Rıza Hicran’ı görmenin verdiği afallama ile mutfakta bardak bulamaz. Bulduktan sonra sürahiden suyu amansız bir şekilde döker ve su bardaktan taşar. Aynı şekilde bir süre sonra Hicran Rıza’yı rüyasında görür. O da Hicran’dan su ister. Hicran da aynı şekilde Rıza’yı görmenin verdiği afallama ile mutfakta bardak bulamaz. Bulduktan sonra sürahiden suyu amansız bir şekilde döker ve su bardaktan taşar. İkisinin de birbirlerini bu şekilde rüyalarında görmesi, yollarının er ya da geç yeniden kesişeceği anlamına gelebilir. Yine başka bir sahnede finale doğru Hicran adeta hayat ağacını temsil eden bir ağaç altında ağlar. Bu ağacın altında tüm hayatının muhasebesini yapar ve yaşadığı duygusal katarsis sonucunda uzun bir süre ağlar. Başka bir sahnede Rıza’nın Hicran’ı ilk kez bir fotoğrafta gördüğü ve onu çok güzel bulduğunu söylediğinde anlarız ki burada fotoğrafa âşık olmak konusunun derin bir şekilde işlendiği Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmine de bir gönderme var.

Hayat, yönetmen Zeki Demirkubuz’un ifadesiyle filme ilk adını veren ve özlemlerinin peşinden giden Hicran’ın hikâyesini anlatan ve adıyla müsemma bir film. Yönetmenin sinematografik açıdan en iyi ve aynı zamanda Masumiyet ile Kader çizgisine en çok yaklaşan filmi.