Nuri Bilge Ceylan · Muhammet Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel · G · 2h 37m · 2011
Bir Zamanlar Anadolu’da, 2011 yılı yapımı Nuri Bilge Ceylan filmi. Çoğu sinema otoritesi tarafından yönetmenin en iyi filmi olduğu söylenen film, 64. Cannes Film Festivali’nde başkanlığını Robert De Niro’nun yaptığı jüri tarafından Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülmüştü.
Bir grup adamın Anadolu bozkırlarında bir ceset aramak üzere yola çıkmasıyla başlayan filmde, yönetmen polisiye, kara film ve kara mizah unsurlarını ustaca kullanır. Tek gecede geçmesiyle zamanın akışını hayatla eşleyen film zaman zaman renk paleti ve görsel kompozisyonlarıyla adeta Anadolu’da geçen bir western atmosferi görürüz. Filmin adıyla çektiği spagetti western filmlerle tanınan usta yönetmen Sergio Leone’yi çağrıştırması tesadüf olmasa gerek bu nedenle.
Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan ile birlikte filmin ortak senaristlerinden ve kendisi de bir doktor olan Ercan Kesal’ın Kırıkkale-Keskin’de zorunlu hizmetini yaptığı günlerde başından geçen yaşanmış bir hikâyeye sırtını yaslar film. Muhammet Uzuner’in canlandırdığı Doktor Cemal karakteri Kesal’ın kurgusal bir tezahürüdür aslında.
Uzaktan camın arkasından gördüğümüz ve çilingir sofrası kurmuş olan 3 kişiyi göstererek açılan filmde birden bire Anadolu’nun kapkaranlık ücra bir yerinde farları sonuna kadar araçları görürüz ve hemen akabinde anlarız ki ilk sahnede gördüğümüz Kenan (Fırat Tanış), bir cinayet işlemiştir. Öldürdüğü adamı bir yere gömmüştür ve polis cesedi gömdüğü yeri aramaktadır.
Burada devlet bürokrasisi içindeki savcı-asker-polis arasındaki hiyerarşi devreye girer ve karakterlerin arasındaki ikili çatışmaları görürüz. Doktor Cemal, dışarıdan gelmiş, dolayısıyla Anadolu’ya daha yabancı ve olaylar karşısında daha gözlemci bir tavır içindedir. Savcı Nusret (Taner Birsel), buradaki hiyerarşinin en tepesindeyken Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan) onun kendisi üzerinde kurmuş olduğu otoriteyi hisseder. Komiser Naci de komiser yardımcısına üstünlük kurmaya çalışır. Cinayet şehirde gerçekleşmiş olsa bile cesedin mücavir alan içinde olup olmaması şüphesiyle çembere giren jandarma da polisle bir çatışma yaratır. Jandarmanın savcıya kaymaklı bisküvi ikram ettiği sahnede bile sürekli güçlünün yanında olmaya çalışan insanoğlunun bir numunesini görürüz. Şoför olan Arap Ali (Ahmet Mümtaz Taylan) diğer şoförle sürekli münakaşaya girer. Karakterlerin arasındaki bu çatışmalarla mikro düzeydeki iktidar ilişkilerini cerrah titizliğiyle ortaya koyar Nuri Bilge Ceylan.
Ceset arama çalışmaları sırasında bekleyen Doktor Cemal ve Arap Ali arasında geçen ama kendi kendilerine tirat atıyormuşçasına akan muhabbet filme enteresan bir boyut katar. Oradaki karanlık ve karakterlerin yalnızlık hissi insanı son derece tedirgin eden ve geren cinstendir. Kenan oradan oraya bir takım yerler tarif ederken ceset bir türlü bulunamaz. Komiser Naci öfke kontrolünü kaybetmesiyle Kenan’a saldırır. Savcı Nusret hemen olaya müdahale eder. Olaylar akarken Arap Ali güzel bir elma ağacı görür, elmaları düşürmek için ağacın dallarını sallamaya başlar. Arka planda diyaloglar akarken kamera ağaçtan oradaki dereye düşen bir elmayı takip eder. Elma zaman zaman duraksasa da yoluna devam eder. Bu sırada bazı elmaların kameranın takip ettiği elmanın geçtiği eşiği geçemediğini ve çürümüş olduğunu görürüz. Araçların gittiği uzunca kıvrılan yollarla birlikte bir Abbas Kiyarüstemi referansı olan bu sahnede yönetmen adeta insanların hayatın ve zamanın içindeki akışını resmeder.
Karakterlerin arasındaki bu çatışmalarla mikro düzeydeki iktidar ilişkilerini cerrah titizliğiyle ortaya koyar Nuri Bilge Ceylan.
Araçlardan birisi arıza yaptıktan sonra Ceceli köyüne giden ekibi köy muhtarı karşılar. Köy muhtarını canlandıran Ercan Kesal’ın muhteşem oyunculuğu ve replikleri sayesinde Türk sinema tarihine geçen o meşhur muhtar sahnesini izleriz. Muhtar “devlet bürokrasinin farklı yerlerindeki ahbapları” için sofra kurdurur. Yemek sırasında muhtarın hazır devleti temsil eden bürokratları bulmuşken işini halletme çabasını o kadar iyi canlandırır ki Ercan Kesal sanki gerçek hayatta da bir muhtardır. Yapmak istedikleri “gasilhaneli morg” projesinden ve bunun ödeneğinden savcıya bahsetme çabası, çocuklarının şimdi neler yaptığından bahsetmesi, savcının yemek yemekten başka bir şeyi umursamaması, muhtarın Kenan’ı kastederek “şu çocuğa da bir dürüm yapın” dedikten sonra Komiser Naci’nin dişlerini sıka sıka “tabi bizim onu beslememiz lazım, o bizim koçyiğidimiz” demesi, Komiser Naci’nin yeni seçim dönemindeki adaylığını sorduktan sonra muhtarın “aslında hiç düşünmüyordum ama 3. döneme hazırlanıyoruz” diyerek koltuğunu bırakmaması… Bunların hepsi filmin gerçekliğini had safhaya taşıyan noktalardır.
Yemek yerken elektrik kesilir. Kapkaranlıkken yakılan gaz lambasıyla sarı ışığın hâkim olduğu ve tamamen erkeklerin olduğu bir odaya adeta bir melek tasviri olan muhtarın kızı girer ve herkese çay (inanılmaz bir detay olarak Kenan’ın kola isteyen kardeşine de kola) ikram eder. Karakterlerin kızı gördüklerinde yüz ifadelerindeki değişimler, bir takım kırılmalara da işaret eder. Doktor Cemal kızı gördüğünde belki boşanmış olduğu eski eşini, Savcı Nusret kaybetmiş olduğu eşini, Kenan kaybettiklerini ve Yusuf’un hayaletini görür. Fırat Tanış, “Yusuf Abi sen ölmedin mi?” sorusunu öyle bir sorar ki sanki gerçekten cesedi aranan kişi Yusuf değildir ve yaşıyordur.
Köy muhtarını canlandıran Ercan Kesal’ın muhteşem oyunculuğu ve replikleri sayesinde Türk sinema tarihine geçen o meşhur muhtar sahnesini izleriz.
Bu sahnede yaşanan kırılma sonrasında Komiser Naci, Kenan’ı tekrar sorgular ve Kenan en sonunda Yusuf’u nereye gömdüğünü söyler. Henüz cesedi bulamamışken Doktor Cemal’in Kenan için bir sigara yakmasına kızan ve sigara içmeyi hak etmesi gerektiğini söyleyen Komiser Naci, Kenan’ın itirafta bulunmasından sonra bizzat kendi elleriyle Kenan’a bir sigara yakar.
Sabaha karşı tekrar yola çıkan ekip nihayet yer tespitinde bulunmuş ve cesedi bulmuştur. Yusuf’a domuz bağı yapıldığını gören Komiser Naci yine öfke patlaması yaşar. Ceset bulunduktan sonra iş polisten savcıya intikal ettiği için artık Savcı Nusret’in borusu resmen ötmeye başlamıştır tabir-i caizse. Tespit tutanağını yazdırırken iktidarını iyiden iyiye hissettiren Savcı Nusret için Komiser Naci, Arap Ali’ye şu cümleleri sarf eder: “Bu dünyada halay başı olacaksın Arap. Tüm işi yapalım, havasını sen at!”
Otopsiye gitmek üzereyken savcı duraksar ve doktora aslında cevabını bildiği bir soru sorar: “Bir insan bir başkasını cezalandırmak için kendisini öldürebilir mi?” Doktorun cevabı ise “zaten intiharların çoğu bir başkasını cezalandırmak için yapılmıyor mu Savcı Bey?” olur.
Savcı Nusret, maktulün fiziksel özelliklerini sıralarken “Clark Gable” görünüşlü der ve ufak bir sessizlik yaşanır. Sonrasında herkes kahkaha atmaya başlar. Tutanağı yazan Abidin “Savcım Clark Gable’a hakikaten benziyorsunuz” dedikten sonra ufak bir kibre kapıldığı görülen Savcı Nusret, elleriyle saçını düzeltir ve bakışları değişir. Hemen akabinde “bana üniversitede Clark Nusret derlerdi” diye de ekler.
Filmin başından sonuna kadar Doktor Cemal ile Savcı Nusret arasında geçen “savcının arkadaşının ölen eşi” konusu filmin sonuna doğru aydınlanır. Savcı Nusret’in anlattığına göre kadın, “ben şu kadar ay sonra öleceğim” demiştir ve hakikaten dediği bir zamanda ölmüştür. Yine savcının anlattığına göre “kadının kendisini öldürmesi için hiçbir sebep yoktur.” Doktor, ölüm sebebini sorduğundaysa “kalp krizi” cevabıyla karşılaşır. Otopsi yapılıp yapılmadığındaysa savcı “gerek yok” diye geçiştirir. Mevzu tekrar açıldığında savcı, olayın detaylarına iner. Kadın, kocasını başka bir kadınla kendisini aldatırken yakalamıştır ama olayı büyütmemiştir, affetmiştir. Doktor ise aynı fikirde değildir, “kadınlar böyle şeyleri asla unutmaz.” Sonrasında da kadının hamile olduğu için çocuğunu doğurduktan sonra intihar etmeyi kafasına koyduğu gibi bir teori üretir. Hatta kalp krizinin bazı ilaçların fazla dozda kullanılmasıyla gerçekleşmiş olabileceği gibi bir teori daha atar. Otopsiye gitmek üzereyken savcı duraksar ve doktora aslında cevabını bildiği bir soru sorar: “Bir insan bir başkasını cezalandırmak için kendisini öldürebilir mi?” Doktorun cevabı ise “zaten intiharların çoğu bir başkasını cezalandırmak için yapılmıyor mu Savcı Bey?” olur.
Filmin son sahnesinde doktor, adeta sonu bilinmez bir yolda yürüyen kadın ve çocuğa bakar. Bakarken görürüz ki silmeye çalışmasına rağmen yüzünde halen bir kan lekesi vardır. Anadolu onun yüzünde de Savcı Nusret’in yara izleri gibi bir iz bırakmıştır.
Otopsi yapmaya indikten sonra savcının da işi biter ve son sözü söylemek doktora kalmıştır. Otopsi teknisyeni ciğerlerde toprak olduğunu, yani adamın diri diri gömüldüğünü söyledikten sonra doktor bunu yok sayar. O sırada doktorun yüzüne cesetten kan fışkırır ve sonrasında dosyayı kapatır. Doktor bunu yaparken küçük çocuğun gerçek babasıyla daha kısa sürede kavuşmasını mı düşünmüştür? Yoksa öldürülen adamın karısına bir şeyler mi hissetmeye başlamıştır? Filmin son sahnesinde doktor, adeta sonu bilinmez bir yolda yürüyen kadın ve çocuğa bakar, bakarken görürüz ki silmeye çalışmasına rağmen yüzünde halen bir kan lekesi vardır. Anadolu onun yüzünde de Savcı Nusret’in yara izleri gibi bir iz bırakmıştır.
Filmdeki oyunculuklara gelecek olursak Nuri Bilge Ceylan’ın mükemmeliyetçi yapısıyla oyunculardan maksimum performansı aldığı herkes tarafından bilinir. Bu doğrultuda, Muhammet Uzuner, Doktor Cemal’deki soğukkanlılığı ve gözlemciliği çok iyi yansıtmıştır. Yılmaz Erdoğan gibi o döneme kadar kendi çektiği filmler dışında başka bir filmde oynamayan bir oyuncudan yönetmen yine çok iyi bir karakter çıkarabilmiştir. Özellikle eşiyle yaptığı telefon konuşmasını, yoğurt muhabbetini, çocuğunun durumuyla ilgili çaresizliğini izlediğimiz sahnelerde takdir edilesi bir oyunculuk performansı göstermiştir Erdoğan. Ha keza Taner Birsel, tüm o iktidar ilişkilerinin en tepesinde bulunan karakterinin hâkimiyetini çok iyi yansıtmıştır. Filmin başından sonuna kadar yaşadığı kabullenememe ya da kabullenmek istememe duygusunu çok iyi vermiştir. Doktor ile savcının intihar üzerine konuştuğu sahnede karakterin yaşadığı iç hesaplaşmayı dışa yansıtma biçimi, jest ve mimikleri harikuladedir. Ahmet Mümtaz Taylan, özellikle Arap Ali’nin Doktor Cemal’e filmin adıyla başlayan cümleleri dile getirdiği sahnede ve yakın plan çekimlerde ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösterir. Yönetmenin film sürecinin başında kafasında olan tek oyuncu Fırat Tanış, minimum diyalogla ve keskin bakışlarıyla karakterini gerçek kılmayı bilmiştir. Filmde çok az süre gördüğümüz otopsi teknisyenini oynayan Kubilay Tunçer bile hafif kara mizah barındıran bir karakteri iyi bir şekilde ete kemiğe büründürmüştür.
Yılmaz Erdoğan’ın filmin kamera arkasında tarif ettiği üzere “Anadolu’nun hiçbir yerinde hiç kimselerin başına gelenler” ancak bu kadar kusursuz anlatılabilirdi.
Nuri Bilge Ceylan’ın görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki ile birlikte oluşturduğu görsel kompozisyonların şahaneliğinin yanı sıra filmdeki ses bandı ve miksajı da çok iyidir. Öyle ki yanan sigaranın sesi bile pürüzsüz bir şekilde duyulur. Büyük çoğunluğu dışarıda ve açık alanda geçen bir filmde doğadan her türlü sesin titizlikle kullanıldığına da şahit olmak mümkün.
BBC’nin yapmış olduğu “21. yüzyılın en iyi 100 filmi” listesine de giren Bir Zamanlar Anadolu’da, Çehov etkisinin tüm karakterlere ve diyaloglara sirayet ettiği bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı. Yılmaz Erdoğan’ın filmin kamera arkasında tarif ettiği üzere “Anadolu’nun hiçbir yerinde hiç kimselerin başına gelenler” ancak bu kadar kusursuz anlatılabilirdi.
