Paul Thomas Anderson · Daniel Day-Lewis, Paul Dano, Dillon Freasier, Ciarán Hinds · R · 2h 38m
Paul Thomas Anderson’ın “There Will Be Blood” (Kan Dökülecek) filmi, Amerikan coğrafyasının ve onun temelini oluşturan kapitalizm ve muhafazakârlığın karanlık taraflarının amansız bir incelemesi olarak sinemasal bir zirve niteliği taşıyor. Açgözlülük, güç ve ahlaki çürümenin sürükleyici öyküsünde Anderson, yalnızca Amerika’nın kapitalist temellerini eleştirmekle kalmayan, aynı zamanda muhafazakârlığın yozlaşmış yüzünü de ortaya çıkaran bir anlatı örüyor. Yoğun bir tona sahip olan bu film, ulusun üzerine inşa edildiği ideallerin acımasız bir iddianamesine dönüşüyor.
“There Will Be Blood”, açılış sekansından itibaren seyirciyi Amerikan kapitalizminin bir mikrokozmosu olan petrol arama faaliyetlerinin acımasız dünyasına sürüklüyor. Daniel Day-Lewis’in nefes kesici bir ustalıkla canlandırdığı Daniel Plainview, ne pahasına olursa olsun acımasız zenginlik arayışının vücut bulmuş hali. Acımasız bir petrolcü olan Plainview karakteri, ahlak ve empatiden yoksun kapitalizmin sembolüne dönüşüyor.
Filmin anti-kapitalist eleştirisi, Plainview’in yolculuğunun acımasız tasvirinde açıkça görülüyor. Anderson, kapitalist ahlakı tanımlayan açgözlülüğü incelemek için karakteri ustalıkla kullanıyor. Plainview’in toprağı, kaynakları ve insanları sömürmesi, kârın hüküm sürdüğü ve insanlığın sunağında kurban edildiği kapitalizmin kontrolsüz gücüne dair lanetleyici bir yorum haline geliyor.
Anlatı ilerledikçe, “There Will Be Blood “ın yalnızca kapitalizmi kınamakla yetinmediği anlaşılıyor. Aynı zamanda muhafazakârlığı da mercek altına alan film, muhafazakârlığın sahteliğini ve kendi çıkarlarına hizmet ettiğini gözler önüne seriyor. Anderson bu temaları ustalıkla iç içe geçirerek muhafazakâr ideolojinin de en az şirket (corporate) Amerika’sı kadar yozlaşmış olduğunu gözler önüne seriyor. Paul Dano’nun canlandırdığı Eli Sunday karakteri, muhafazakâr değerlerin ikiyüzlü doğasını somutlaştırıyor, ahlaki açıdan iflas etmiş anlaşmalar yaparken doğruluk cephesinin arkasına saklanıyor.
Daniel Plainview ve Eli Sunday arasındaki çatışma filmin kalbini oluşturuyor ve anlatıyı ileriye taşıyan hissedilir bir dinamizm katıyor. Day-Lewis ve Dano benzersiz yoğunlukta performanslar sergiliyor, ekrandaki kimyaları gerilim ve düşmanlıkla çatırdıyor. Özellikle Day-Lewis, Plainview’in acımasızlığının ve servet takıntısının özünü yakalarken, Dano da Eli’ye ateşli bir coşku katarak baş karakter için mükemmel bir denge unsuru oluşturuyor.
Daniel Plainview’in bildirisinin yankıları devam ederken, izleyiciler güç ve zenginlik peşinde koşarken gerçekten de kan döküleceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Filmin doruk noktası olan Daniel ve Eli arasındaki yüzleşme, anlatı boyunca işlenen temaların şiddetli bir doruk noktasıdır. Daniel’in Peder Eli’yi öldürdükten sonra ” İşim bitti!” diye ilan ettiği tüyler ürpertici final sahnesinde, kapitalizmin muhafazakarlığa karşı zafer kazandığı açıkça ortaya çıkıyor. Bu ilan, anlık şiddet eyleminin ötesinde anlam kazanarak, zenginlik arayışının ahlakın görünüşünü bile fethettiği bir yolculuğun tamamlandığına işaret ediyor.
Sonuç olarak, “There Will Be Blood” Amerika’nın üzerine inşa edildiği temellere yönelik sert bir eleştiri niteliği taşıyor. Paul Thomas Anderson’ın magnum opus’u, kapitalizm ve muhafazakârlığın putlaştırılmış sütunlarına balyoz indiriyor ve altında yatan ahlaki iflası ortaya çıkarıyor. Daniel Day-Lewis ve Paul Dano’nun güçlü performansları filmi yükselterek, düşündürücü olduğu kadar yoğun bir sinema deneyimi haline getiriyor. Jenerik akmaya başladığında, Daniel Plainview’in bildirisinin yankıları devam ederken, izleyiciler güç ve zenginlik peşinde koşarken gerçekten de kan döküleceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
