Yönetmen Darren Aronofsky’nin Requiem for a Dream sonrası yazıp yönettiği ilk film olan Fountain, epik bir romantik dram filmi olarak tanımlanabilir. Bunun yanı sıra yönetmenin tarih, spiritüellik ve bilim kurgu unsurlarını da ustalıkla sentezlediği bir filmdir.

Engizisyon mahkemelerinin varlığını sürdürdüğü 16. yüzyıl İspanya’sında, Tomas Verde ismindeki bir konkistador (toprakları İspanyol egemenliği altına alan askerlere verilen ve fatih anlamına da gelen askeri bir unvan), Kraliçe Isabella’dan İspanya’yı esaretten kurtarma ve hayat ağacını bulma emrini alır. Bunun akabinde Tomas birtakım cenderelerden geçerken günümüze ışınlanırız ve aynı karakterin başka bir versiyonunu görürüz. O karakterin adı da Tom’dur. Bir nörobiyolog olan Tom, çok sevdiği eşi Izzi’nin beyninde tümör çıkmasından sonra kendisini karısını ölümün pençesinden kurtarmaya adamış ve birtakım deneyler yapmaktadır. Bu aslında Tom’un hayatın, aşkın ve ölümün anlamını kavradığı bir yolculuktur. Bu yolculuk sırasında karakterin başka bir versiyonunu daha görürüz. Onun adı da Tommy’dir ve 26. yüzyıl derin uzayında Maya inancında patlamak üzere olduğu bilinen Xibalba adındaki nebula’ya hayat ağacının da içinde bulunduğu bir baloncuk içinde yolculuk yapmaktadır. Buradaki amacı ise hayat ağacını Xibalba’ya ulaştırmaktır. Bu ağaç aynı zamanda bilgelik ağacıdır, ağacın bir parçasını yedikçe kendi ölümsüzlüğünü de pekiştirmektedir. Tommy buradaki yolculuğuna devam ederken Izzi’nin ‘bitir’ dediğini Tommy ile birlikte biz de duyarız. Tommy de ‘nasıl bitireceğimi bilmiyorum’ der. Sonra günümüzde geçen olaylara dönüş yaparız ve aslında Izzi’nin bu cümleyi Tom’a söylediğini anlarız. Izzi, aynı zamanda bir roman yazarı ve kitabını tamamlamak üzere olan bir karakterdir. Ancak ömrünün vefa etmeyeceğini anladığında kitabın finalini yazma işini kocası Tom’a bırakmıştır. Tom, kendisini adadığı deneylerinde başarıya ulaşmış olsa da çok sevdiği karısı Izzi’yi tüm iyileştirme çabalarına rağmen kaybetmiştir.

Tekrarlayan sahneler, farklı zaman dilimleri ve mekânların iç içe geçmesiyle anlarız ki aslında film boyunca gördüğümüz 16. yüzyıldaki Tomas ve 26. yüzyıldaki Tommy günümüzdeki ve gerçek hayattaki Tom’un kurmaca versiyonlarıdır. Tom kitabı okurken biz de onunla birlikte bu kurmaca dünyalar içine dalarız. En nihayetinde görürüz ki Tom bu karakterlerle ruh ikizi olduğunu anlamış, onları adeta içselleştirmiş ve böylece kitabın sonunu yazabilmiştir. Geçmişteki karakter için kötü ama gelecekteki karakter için iyi bir son yazmıştır. Filmin ve dolayısıyla romanın sonunda Tomas, kraliçesinin verdiği emir sonucunda nihayet hayat ağacına ulaşır. Ağacın özünü yarasına sürünce iyileşir, ancak oburluğuna engel olamayıp özü içince ‘günahının’ bedelini öder. Kapanan yarasından çiçekler çıkar ve vücudu dünyayla bütünleşir. Tomas, Tom ve Tommy’nin üçünün de aslında amaçlarına ulaşmak için fedakarlıkta bulunmaları gerekir. Bu da dünyevi gerçeklikten vazgeçmektir. Tomas’ın elindeki yüzük gelecekteki versiyonu olan Tommy’nin eline ulaşır ve o da asıl amacı olan Xibalba’ya ulaşır ve ağaç tekrar meydana gelir.

Film vizyona girdiği dönemde gişede başarısız olmuş, ancak değeri yıllar içinde git gide anlaşılan bir kült film haline gelmiştir. Hatta bazı sinema eleştirmenlerine göre Fountain, Aronofsky’nin başyapıtı olarak gösterilmektedir. Film bir uyarlama olmayıp orijinal bir senaryosu olmasına rağmen bittiğinde izleyiciye uzun bir şiir ya da roman okumuş hissiyatı veren türden. Filmde lineer bir akış olmayıp, aynı karakterlerin farklı mekânlardaki hallerini birbiri içine geçiren bir kurgu mevcuttur. Işıklandırma ve kompozisyon oluşturmada yapılan görsel tercihlerin izleyiciyi farklı dünyaların içine sokmakta fazlasıyla işe yaradığı söylenebilir. Yine filmdeki görsel efektler, CGI yerine fotoğrafçılıkta kullanılan materyallerin girdiği kimyasal tepkimeler mikrofotoğrafçılık yöntemiyle kayıt altına alınarak elde edilmiş.

Filmin yapım süreci de epey sancılı geçmiş. Aronofsky, Matrix’ten etkilenmiş ve derinlikli bir bilim kurgu filmi yapmak istemiş. Çekimler tam 6 yıl sürmüş. Bütçesel sıkıntıların yanı sıra, filmin ilk versiyonunun ön prodüksiyonu tamamlanmış ve Brad Pitt ile Cate Blanchett başroldeki iki karakteri canlandıracakmış. Film sete çıkacakken Pitt kendi isteğiyle Blanchett ise hamile olduğu gerekçesiyle filmden aflarını istemiş.

Açıkçası Hugh Jackman’ın dramatik oyunculuğunun film boyunca etkisini hissetmemenin imkânsız olduğu söylenebilir. Parmağını dolma kalemin ucuyla kanatıp yüzük dövmesi yaptığı ve Izzi’nin hastalığının kötüye gittiğini anladıktan sonra dışarıda yürüdüğü ölüm sessizliği sahnesi gibi birçok sahnede boğazda yumru oturtan cinsten bir performansı var. Rachel Weisz, Izzi rolünde hünerini sergilerken; Ellen Burstyn, Requiem for a Dream’daki rolüne kıyasla daha tamamlayıcı bir rolde ama o da üstüne düşeni yapıyor.

Clint Mansell’in film boyunca hikâyeyle bütünleşen-Death is the Road to Awe başta olmak üzere-soundtrack’i karşısında şapka çıkarmamak imkânsız. Christopher Nolan-Hans Zimmer ikilisi gibi Requiem for a Dream’de adından fazlasıyla söz ettiren Aronofsky-Mansell ortaklığı filme adeta boyut atlatıyor.

Fountain çok katmanlı yapısıyla birden çok izlenmeyi hak eden bir film. Bunun yanı sıra dini ve mitolojik alt metinleriyle felsefi çıkarımlar da sunan bir film. Filmi bir şarkı sözüyle özetleyecek olursak, Sezen Aksu’nun da dediği gibi “düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar”.