2016’da çektikleri Swiss Army Man filmiyle tanınan yönetmenler Daniel Kwan ve Daniel Scheinert, yeni filmleri Everything Everywhere All At Once ile izleyicinin karşısına çıktı. Avengers ve Captain America filmlerinin yönetmenleri Russo Kardeşler’in de filmin ortak prodüktörlerinden olduğunu söylemeden geçmeyelim.

Felsefi alt metni güçlü olan bir bilimkurgu-aksiyon filmi olan Everything Everywhere All At Once’ın merkezinde Amerika’da Çinli göçmen bir kadın olan Evelyn (Michelle Yeoh) var. Kocası, kızı ve babasıyla yaşamakta ve bir çamaşırhane işletmektedir. Sıradan sayılabilecek bir aile gibi günlük maddi kaygılarla sıradan bir hayat yaşamaktadır. Bununla birlikte çamaşırhanenin rutin işlemleri için gelir idaresine gittikten sonra ortalık karışır ve olaylar gelişir. Dünyayı kurtarmak gibi bir misyonu kendine biçilmiş bulur. Evelyn artık bir seçilmiş kişi olmuştur. Hayatın anlamını aradığı bir yoldur bu aynı zamanda.

Film tam da bu noktada bilimkurgu sinemasında çokça işlenen çoklu evren teorisine sırtını dayamaktadır. Evelyn tüm alternatif evrenler içinde kendi versiyonunun en kötü versiyonu olduğunu öğrenir. Yaşadığı dönüm noktalarının domino taşı gibi hayatının geri kalanını nasıl etkilediğini de film gözler önüne sermektedir. Başka bir evrende en güzel haliyle görürüz başkarakterimizi adeta. Film boyunca birçok evrendeki sinema yıldızı ya da aşçı olduğu gibi birçok versiyonuna şahit oluruz. Filmin adında da olduğu gibi her şey her yerde aynı anda olmaktadır aslında. Bu bir bakıma sürekli bir yerlere yetişmeye çalışan, mutsuzluğa meyilli ve hiçliğe sürüklenen günümüz insanına da bir göndermedir.

Evelyn kendisine verilen misyonla birlikte alternatif evrenlerdeki iyi versiyonlarıyla da etkileşime geçer. Evelyn’in dünyayı kurtarmak için alt etmesi gereken kötü karakter Jobu Tupaki’dir. Bu karakter Evelyn’in kendi kızının paralel evrendeki başka bir versiyonudur ve bu da onun için kritik bir dönüm noktasıdır. Bu karakter bütün evrenleri görmüş ve ulaştığı nokta hiçlik olmuştur. Ona göre her şey bir hiçten ibarettir. Tupaki “her şeyin simidi” adını verdiği bir kara delik tasarlamıştır, bu kara delik bütün evrenlerdeki her şeyi kapsamakta ve yok edebilecek bir güçtedir. Kendi içinde bulunduğu evrende Tupaki, Evelyn’i bu kara deliğin içine çekmek için ikna etmeye çalışmaktadır.

Filmin anlatım diline gelirsek günlük hayattaki gerçek sorunları gerçeküstücü bir üslupla anlattığı söylenebilir. Filmin absürtlükten vazgeçmeyen tarzı ve dövüş koreografileri de baş döndürücü açıkçası. Filmde dolu bir felsefi alt metin olmasına rağmen hızlı ve dinamik bir kurguyla olaylar örgüsü akıyor. Bu açıdan yaratılan kontrastın da altını çizmek gerek. Matrix ve Ratatouille gibi filmlere bolca gönderme de yapan film zaman zaman nefes almaya, takip etmeye ve düşünmeye bile fırsat bırakmıyor. Filmin hızlı ve dinamik kurgusu nedeniyle ilk izlemede birçok detay gözden kaçabiliyor. Bu yüzden birden çok kez izlenmeyi hak edecek cinsten bir film.

Filmdeki Matrix göndermesi sadece dövüş koreografileriyle de kalmıyor. Felsefi alt metinde de izlerini görmek mümkün. Bunun bir parçası olarak ciddi bir nihilizm tartışması da var filmde. Nihilizmin olumsuz bir çağrışımı olmasına rağmen filmin sonunda iyimser bir nihilizm olduğunu söyleyebiliriz. Her şeyin anlamsız ve önemsiz olduğunu düşünmenin aksine, her birey hayatın anlamını kendisi bulabilir ve tanımlayabilir. Hayatın anlamı aslında yaşamak, deneyimlemek ve mücadele etmektir.

Filmin 95. Oscar ödül töreninde 11 farklı kategoride aldığı adaylıkla ve 7 farklı kategoride aldığı ödüllerle damgasını vurduğunu da not düşelim.